Kutadgu Bilig'den Seçme Beyitler

Resim
Öncelikle Kutadgu Bilig eserini okumayanlara  kesinlikle okumalarını öneriyorum. Eser beyitlerden oluştuğu için okunması çok kolay. Kitap okuyasınız gelmediği zamanlar için de birebir. Kitabın ismi  "Mutluluk Veren Bilgi" ye karşılık geliyor. Eseri okurken çoğu yerde bir kişisel gelişim kitabı okuyor gibi hissettiğimi de belirtmeden geçemeyeceğim. İslamiyet'e geçişin ilk örneği sayılan Kutadgu Bilig eserinden beğendiğim bazı beyitleri aşağıya bırakıyorum. BEYİTLER (Günümüz Türkçesi) Nice derlense dünya malı tükenip gider Yazılsa kalır söz, dünyayı gezer (114) Yukarıdaki satırda dünya malı ile söz arasında yapılmış bir karşılaştırma görüyoruz. Yusuf Has Hacib burada yazılı sözün ebediliğini karşılaştırma yaparak güçlendirmiştir. Bilgiyi büyük bil, anlayışı ulu Bu ikisi yüceltir seçkin kulu (152) Kutadgu Bilig eserinde bilgi ve anlayış  yüce tutulan iki büyük meziyettir ve bu iki meziyetin sağlanmasıyla insanın yüceliğe ulaşacağına vurgu yapılmıştır. Bilgi ve anlayış bugün

Tanpınar'ın Evin Sahibi Hikâyesinin İlginç Kaynağı Kerkük Hatıraları

Tanpınar'ın Çocuk Yaşta Dinlediği  Yılanla İlgili İlginç Olay


          Yazarların yazdıkları yazılar ve çocukluk hatıralarının arasında çoğu zaman sıkı bir bağ olur. Bu sıkı bağlar Tanpınar’ın Kerkük Hatıraları ve Evin Sahibi Hikayesi’nde oldukça kuvvetlidir. Tanpınar, Evin Sahibi hikayesini Kerkük’te onda yer eden, bilinçaltına işleyen unsurlar üzerine yazmıştır. Kerkük’te dinlediği gizemli şeyler onun için güzel bir hikâyenin malzemesi olmuştur. 
Tanpınar’ın hayatında Kerkük önemli bir yer konumundadır. Tanpınar Kerkük’e Birinci Dünya Savaşı’ndan sadece bir iki gün önce gitmiştir. Bundan dolayıdır ki Kerkük ona hep Birinci Dünya Harbi’ni hatırlatır. Gazetelerden Bursa’nın, Bağdat’ın, Erzurum’un düşüşünü Kerkük’te haber almıştır. Bu haberleri alırken Tanpınar henüz 13 yaşındadır. Şehre dair anıları silik ve dağınıktır. Sadece oturdukları evleri -evde anlatılan gizemli, folklorik unsur ve inançları- ve yeni yapılan mektebi hatırlamaktadır. Bu evlerden Tanpınar’ın çok iyi hatırladığı bir ağaç vardır ki bu da karadut ağacıdır. Gövdesi iki kişinin zor kucaklayabileceği bir genişliktir. Bu ağaç gövdesinin hakkını verir nitelikte karadut vermektedir. Ağacın altı adeta kan deryası gibidir. Bu ağacın Tanpınar’ın zihninde büyük bir yer etmesinin sebebi tabii ki de bunlarla sınırlanamaz. Tanpınar’ın büyükannesi batıl inançlara sahip bir kadındır. Bu ağacın kanayan bir şehit evliya olduğuna inanmıştır. Büyükannesi bu eve geldikleri henüz ikinci gün ağacın altında mum yakmaya başlar. Tanpınar çocuk yaşta bunlarla gündüzleri alay eder. Fakat akşamları içine dekorla birleşen bir ürperti gelir. Bu ev onun hayal gücünde büyükannesinin evi olarak canlanır. Çünkü bu evle ilgili büyükannesinin korkuları, memleket hasreti ve Yunus ilahileri hatırasında canlanmaktadır. Bu kadın, evliyasını hiç unutmayan  bir kadındır. Torunlarına evliyaların kerametlerini anlatır. Tanpınar bunları can sıkıntısını gideren komedi unsurları olarak görür. Çünkü oturdukları yerde konuşabilecekleri komşuları yoktur ve babasını işleri yoğundur. Babası kadı sıfatıyla mutasarrıf vekilliği işlerini yürütmektedir. Kerkük Hatıraları’nda Tanpınar ilginç bir olayla hatırladığı Seyit Abdullah vardır. Seyyit Abdullah babasının uşağıdır. Abdullah’ın da kendi büyükannesi gibi bazı inançları vardır. Örneğin öten çekirgeye “ecinni” yani cin diyerek büyükannesinin korkularını körüklediği olmuştur. Kerkük’te oturdukları ikinci evle de ilgili Tanpınar evin bir odasına buğday dökmesi sayesinde kapıyı yarı açık bırakarak içeri giren serçeleri yakaladığından bahseder. 
Abdullah’ın gizemli bir yönü olduğundan bahsettik. Bir diğer gizemli kişi de Gülbuy Hanım’dır. Gülbuy Hanım’ın  bir gözü kördür. Hayatı adeta bir roman olan insanlar vardır. Gülbuy Hanım da hayatı roman olan insanlar kategorisine girer. Kendi ilginç hayat hikayesini sıkça anlatan bir isimdir. Nişanlandığı günün gecesinde rüyasına bir yılan girer ve ona aşık olduğunu söyler. Bunu söylemekle de kalmayıp evlenmesini meneder. Rüyasına giren bu yılan sonralara doğru çok güzel bir delikanlı olarak görünmeye başlar. Gülbuy’a bu olayı kimseye anlatmamasını tembih edermiş. Nikâh zamanı gelince Gülbuy bu olayı ev halkına açmıştır. Bir sabah yatağının altında yılanı görüp öldürmüşler. Bu olayın hemen arkasından babası ve daha sonra nişanlısı ölmüştür. Bir kardeşini de vurmuşlardır. Bu olayların akabinde Gülbuy’un sar’aları başlamış ve bir gözü kör olmuştur. Tanpınar bizde birçok yerlerde olduğu gibi Kerkük’te de bir nevi tabu olarak yılana bir şeyler addedildiğini söyler. Tanpınar biz de Kerkük’teki üçüncü evimizde yılan öldürdük o sene annem Musul’da tifüstan öldü diyerek bu benzerliğe dikkat çeker. Bu, anlatılan yılan hikayesinin onun bilinçaltına ne kadar çok tesir ettiğini gözler önüne serer. Ahmet Hamdi Tanpınar, Kerkük Hatıraları’nda önemli bir yeri olan Gülbuy’un maceralarından yola çıkarak Evin Sahibi hikayesini yazmıştır. Mari ile Yılanlı Yalı’nın saçağı altına yağmurdan korunmak için sığındıkları zaman uzunca bir yılanın önlerinden akıp gittiği görür ve Evin Sahibi hikayesi kafasında belirmeye başlar. Gülbuy ve Abdullah Kerkük Hatıraları’nın gizemli kişileri olarak Tanpınar’ın kafasında yer etmiştir. 

Kerkük  Hatıraları'ndan Evin Sahibi Hikâyesi'ne

Tanpınar Evin Sahibi Hikâyesi’nde mekânı ve kişileri değiştirmiştir. Bunu yapmamış olsaydı sembol kıymetini kaybedeceğini düşünmüştür. Kerkük Hatırarı’ndaki yılanla ilgili fantastik sanrılarını anlatan kişi yarı akıllı hizmetçileri Gülbuydur. Evin Sahibi hikayesinde ise yılanla ilgili gizemli olaylar anlatıcının annesinin başına gelir. Evin Sahibi hikayesindeki olay Musul’da geçmesine rağmen ev Kerkük’teki ikinci evdir. Tanpınar “İhtiyar babanın kızının oyuncakları üstüne kapanıp ağladığı oda, benim serçeleri avladığım odadır.” demiştir. Tanpınar’ın Kerkük’te olan sıkılmalarından ve bu sıkılmalardan babaannesinin anlattığı fantastik masalları dinleyerek kurtulmaya çalıştığından bahsetmiştik. Evin Sahibi hikayesinde de anlatıcı oldukça sıkılmaktadır. Hikâye çocuğun hastanedeki durumunun tasviri ile başlar. Daha sonra anlatıcı başına gelen olayları, annesinin genç yaşta ölümünü anlatır. Bu ölüm öyle normal ölümler gibi değildir. İçinde birçok folklorik, sembolik unsurlar barındırır. Çocuk annesinin ölümünü yarım akıllı bir hizmetçi - Kerkük hatıralarında yılan olayı aslında halayığın başına gelmiştir, burada yazar yeni bir kurgu yapmıştır.- tarafından defalarca dinlemiştir. Annesini hiç görmeyen anlatıcı annesinin ölüm şeklini öyle içselleştirmiştir ki kendisinin de o şekilde öleceğine inanır. Bacağı sakat olan ve daha başka ciddi rahatsızlıkları da olan anlatıcıya doktorlar durumun ciddiyetini söylese de o tıpkı annesi gibi öleceğini, doktorların düşündüğü gibi ölmeyeceğini düşünür. Siyah derili, yıldız pullu bir yılan annesinin boğazına sarılıp annesini öldürmüştür. Hatta öldürmeden önce yılan tüm bu felaketleri annesine haber vermiştir. Yılan annesine aşıktır. Siyah yılan bir türlü bulunmayan bir delikten çıkıp annesine gözlerini dikerek onu seyredermiş. Annesi yılanı görür görmez çığlıklar atarmış. Annesinin babası onu bu can sıkıcı halden kurtarmak için İstanbul’a akrabalarının yanına gönderir. Bu fırsatta evini satıp anlatıcının içinde doğduğu konağı satın almıştır. Annesi akrabalarının yanına gittiğinde orada yılanı görmez fakat hizmetçiler evi temizlerken onun yattığı odanın karşısında bir yılan gömleği bulmuştur. Annesi Musul’a geri dönmek ister ve geri döner. Geldiğinden bir hafta geçmeden yılan tekrar görünmeye başlar. Yılan annesi Suphiye Hanım’a aşıktır. (Burada yılandan bahsederken “yılan iyi saatte olsunlardır.” denilmiştir. Bu tabir üç harfliler için kullanılır. Hikâyenin bu kısmında yılanın üç harflileri sembol ettiği anlaşılır.) Annesi rüyasında esmer bir delikanlı görür. İlk önce yüzünü görmediği bu yabancının kim olduğunu düşünürken yüzünü dönünce onu bakışlarından tanır. Anlatıcının dedesi evliliğin bu halden kurtaracağını düşünür. Suphiye Hanım varlıklı bir ailenin çocuğu ile nişanlanır. Yılanı rüyasında tekrar görür ve yılan ona bu nişanı bozmasını söyler. Bunun için üç gün süre verir. Evde ve evin çevresinde genel bir huzursuzluk hâkim olur. Dedesinin çok sevdiği geyik şiddetli bir tepinmeden sonra ahırdaki bölmesinde ölür. Sabahleyin yatakları düzelten hizmetçiler kızın yastığının altında çöreklenip yatmakta olan bir yılan görürler ve kızın babasına yani anlatıcının dedesine haber verirler. Dedesi Raif Paşa bu olaylardan sonra yanından ayırmadığı iki Kadiri şeyhi ile bu olayı kökten çözmek için yılanı ateşe atarlar. Yılan kavrulacağı zaman birden dikilerek insana özgü bir bakış atıp ateşler içinde kıvrılmış. Bu sırada haremden yılanın o bakışını gören Suphiye Hanım “Eyvah, beni mahvettiniz.” der. Bu olaydan çok etkilenen Suphiye Hanım’ın düğünü ancak 1 sene sonra olabilmiştir. Anlatıcının doğumundan birkaç ay sonra yılan tekrar ortaya çıkar. Abdullah Çavuş yılanın selamlıktan içeri girdiğini görür fakat yakalayamaz yılan ortalıktan kaybolur. Aynı akşam Suphiye Hanım yılanı ateşe atıldığı zamanki haliyle görür. Suphiye Hanım’ın kocası bir yolculuğa çıkacaktır. Suphiye Hanım onun gitmesini istemez ve onu uyarır fakat eşi onu dinlemez. Bir hafta sonra anlatıcının babasının cesedi bir at sırtında gelir. Olayı görenler selden kaçamayan babasının tam karaya çıkacağı zaman bir yılanın onu ürküttüğünü ve böylelikle felaketin gerçekleştiğini söylerler. Babasının ölümünden tam üç sene sonra annesi odasında boğazına büyük bir yılan sarılı şekilde ölü bulunmuştur. Ölünün yüzünde hiçbir dehşet alameti yokmuş. Bu dehşet alametinin olması Suphiye Hanım’ın ölümünden sonra felaketlerin son bulacağını düşünmesi ile ilişkilendirilebilir. Anlatıcının ninesi bu üzüntüye 1 yıl dayanabilmiş ve vefat etmiştir. Anlatıcı ninesini Yunus ilahileri okuması ile hayali bir şekilde hatırlamaktadır. (Kerkük Hatıraları’nda Tanpınar babaannesinin Yunus ilahileri okuduğunu dile getirmiştir. Bu yönüyle benzerlik dikkat çekicidir.) Raif Paşa yani dedesi de ölür. Raif Paşanın ölümü yılan sokmasından olur. 
Daha sonra akrabalarının yanına giden anlatıcı yine orada da ölümlere tanık olur. Yaşamındaki her şey ters giderken  Zeynep’e âşık olur. Zeynep dul genç ve musiki zevki olan bir kadındır. Zeynep ile evlenir. Bir süre mutlu bir yaşam sürerler fakat sonra anlatıcının içinde bazı vesveseler uyanır. Zeynep’e hastabakıcılık yükünü yüklüyormuş gibi hisseder. Yılanın sembolize ettiği varlık Suphiye Hanım’ın çocuğunu – anlatıcıyı- da rahat bırakmaz. Anlatıcı bilinçaltında yatan şeylerin etkisiyle rüyalar görür. Anlatıcı hayatındaki insanları kaybetmeye çok alışık olduğu için Zeynep’i de kaybedeceğini düşünür. Zeynep adeta annesinin yerini alır. Zeynep’in saçlarını yılanmış gibi görür. Yılanın Zeynep’i boğduğunu düşünerek Zeynep’in boğazına atılır. Zeynep boğulmaktan zor kurtulur. Daha sonra Zeynep bu olayın çocukluğunda yaşadığı felaketlerin etkisiyle yaşandığını düşünerek onu affetse de anlatıcı ona daha fazla zarar vermek istemez. (Tanpınar burada okuyucuya, çocuklara anlatılan korkutucu halk hikayelerinin ileride nasıl büyük psikolojik sorunlara ve sanrılara yol açacağını dolaylı yoldan ifade etmiştir.) Anlaşılan o dur ki yılan bir gölge gibi onun da peşini bırakmayacaktır. Zeynep’in hayatını da kötüleştirmemek için ondan ayrılır. Hastanede ölümünü bekler. Bu ölüme hastalıklarının ilerlemesinden değil de tüm ailesini yok eden yılanın sebep olacağını düşünür. Evin sahibi hikayesine baktığımızda birbirine geçmiş iki anlatıyı görürüz. Bunlar anlatıcının büyüdüğündeki yaşamı ve çocukluğunda annesine dair anlatılanlar, o olayın sebep olduğu düşünülen ölümler ve felaketlerdir. Anlatıcının hikayesi çerçeve/ üst anlatıyı oluşturur. Annesi etrafında dönen gizemli, fantastik olaylar masalsı anlatıyı oluşturur. Hikâyede halk anlatılarında sıkça soyut varlıkların insana âşık olması motifi gibi birçok folklorik unsur yer alır. Hikâye anlatıcısının acizliği, talihsizliği Kral Oidipus’a benzer. İkisi de kaderinden kaçamamışlar ve mutluluğu buldum derken mutsuzluk baş göstermiştir. Bu mutsuzluk da normal mutsuzluğa benzemeyen bir insanın başına gelebilecek en kötü felaketleri içinde barındıran bir mutsuzluktur. Tanpınar “Gerçeği şu ki, bir eser bizde ömrümüz boyunca mevcuttur.” diyerek bir nevi aslında bizim de çocuklumuzda duyduğumuz gizemli, folklorik unsurlara sahip şeylerden hikâye oluşturabileceğimizi söylemek istemiş olabilir. Zaten o anlatılanları hikâye olarak yazmasak da onlar kafamızda adeta bir eser hüviyetinde kalacak ve düşünce denizimizde yüzecektir. Hikayedeki yılanın cinleri sembolize ettiğine yukarıda değinmiştik. Yılan aynı zamanda şeytanı, onun verdiği korku ve vesveseyi de temsil eder. Genç kızın kendisinin dediklerini yapmaması yılanı adeta çıldırtır ve yılan intikam duygusu ile dolup taşar. Genç kızın kendisini dinlememesine kadar büyük felaketlere yol açmayan yılan bundan sonra zincirleme felaket ve ölümlere yol açar. Yılan görünmeyen varlığın somutlaştırılmış hali olarak karşımıza çıkar Yukarıda anlatılanlara bakıldığında Evin Sahibi hikayesinin otobiyografik anlatım tarzıyla kaleme alındığı çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Zaten bunu yazarın kendisinin de söylediğinden söz etmiştik. Psikolojik sorunları olduğu anlaşılan Gülbuy’un bu hikâyenin oluşmasında çok büyük bir etkisi olmuştur. Bir diğer önemli etki de Tanpınar’ın babaannesinin anlattığı masallar ve inanışlardır.
Evin Sahibi hikâyesi, yazarların yaşamları ve yazdıkları arasındaki bağın en güzel örneklerinden biridir.  Siz hikâyeyi ilginç buldunuz mu ? 


KAYNAKÇA

Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Kerkük Hatıraları, Dergâh Yayınları.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Evin Sahibi , Dergâh Yayınları.

Doç.Dr.Mehmet Güneş, Evin Sahibi Hikâyesi’nde  Yılanın Sembolik Anlamları ve Folklorik Unsurlar, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi.




Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

2020 KPSS Türkiye 28.si ile Röportaj

Kutadgu Bilig'den Seçme Beyitler