Tanpınar'ın Çocuk Yaşta Dinlediği Yılanla İlgili İlginç Olay
Yazarların yazdıkları yazılar ve çocukluk hatıralarının arasında çoğu zaman sıkı bir bağ olur.
Bu sıkı bağlar Tanpınar’ın Kerkük Hatıraları ve Evin Sahibi Hikayesi’nde oldukça
kuvvetlidir. Tanpınar, Evin Sahibi hikayesini Kerkük’te onda yer eden, bilinçaltına işleyen
unsurlar üzerine yazmıştır. Kerkük’te dinlediği gizemli şeyler onun için güzel bir hikâyenin
malzemesi olmuştur.
Tanpınar’ın hayatında Kerkük önemli bir yer konumundadır. Tanpınar Kerkük’e Birinci Dünya Savaşı’ndan sadece bir iki gün önce gitmiştir. Bundan
dolayıdır ki Kerkük ona hep Birinci Dünya Harbi’ni hatırlatır. Gazetelerden Bursa’nın,
Bağdat’ın, Erzurum’un düşüşünü Kerkük’te haber almıştır. Bu haberleri alırken Tanpınar henüz
13 yaşındadır. Şehre dair anıları silik ve dağınıktır. Sadece oturdukları evleri -evde anlatılan
gizemli, folklorik unsur ve inançları- ve yeni yapılan mektebi hatırlamaktadır. Bu evlerden Tanpınar’ın
çok iyi hatırladığı bir ağaç vardır ki bu da karadut ağacıdır. Gövdesi iki kişinin zor
kucaklayabileceği bir genişliktir. Bu ağaç gövdesinin hakkını verir nitelikte karadut
vermektedir. Ağacın altı adeta kan deryası gibidir. Bu ağacın Tanpınar’ın zihninde büyük bir
yer etmesinin sebebi tabii ki de bunlarla sınırlanamaz. Tanpınar’ın büyükannesi batıl inançlara
sahip bir kadındır. Bu ağacın kanayan bir şehit evliya olduğuna inanmıştır. Büyükannesi bu eve
geldikleri henüz ikinci gün ağacın altında mum yakmaya başlar. Tanpınar çocuk yaşta bunlarla
gündüzleri alay eder. Fakat akşamları içine dekorla birleşen bir ürperti gelir. Bu ev onun hayal
gücünde büyükannesinin evi olarak canlanır. Çünkü bu evle ilgili büyükannesinin korkuları,
memleket hasreti ve Yunus ilahileri hatırasında canlanmaktadır. Bu kadın, evliyasını hiç
unutmayan bir kadındır. Torunlarına evliyaların kerametlerini
anlatır. Tanpınar bunları can sıkıntısını gideren komedi unsurları olarak görür. Çünkü
oturdukları yerde konuşabilecekleri komşuları yoktur ve babasını işleri yoğundur. Babası kadı
sıfatıyla mutasarrıf vekilliği işlerini yürütmektedir. Kerkük Hatıraları’nda Tanpınar ilginç bir
olayla hatırladığı Seyit Abdullah vardır. Seyyit Abdullah babasının uşağıdır. Abdullah’ın da kendi büyükannesi gibi bazı inançları vardır. Örneğin öten çekirgeye “ecinni”
yani cin diyerek büyükannesinin korkularını körüklediği olmuştur. Kerkük’te oturdukları ikinci
evle de ilgili Tanpınar evin bir odasına buğday dökmesi sayesinde kapıyı yarı açık bırakarak
içeri giren serçeleri yakaladığından bahseder.
Abdullah’ın gizemli bir yönü olduğundan bahsettik. Bir diğer gizemli kişi de Gülbuy
Hanım’dır. Gülbuy Hanım’ın bir gözü kördür. Hayatı adeta bir roman olan insanlar vardır.
Gülbuy Hanım da hayatı roman olan insanlar kategorisine girer. Kendi ilginç hayat
hikayesini sıkça anlatan bir isimdir. Nişanlandığı günün gecesinde rüyasına bir yılan girer ve
ona aşık olduğunu söyler. Bunu söylemekle de kalmayıp evlenmesini meneder. Rüyasına giren
bu yılan sonralara doğru çok güzel bir delikanlı olarak görünmeye başlar. Gülbuy’a bu olayı
kimseye anlatmamasını tembih edermiş. Nikâh zamanı gelince Gülbuy bu olayı ev halkına
açmıştır. Bir sabah yatağının altında yılanı görüp öldürmüşler. Bu olayın hemen arkasından
babası ve daha sonra nişanlısı ölmüştür. Bir kardeşini de vurmuşlardır. Bu olayların akabinde
Gülbuy’un sar’aları başlamış ve bir gözü kör olmuştur.
Tanpınar bizde birçok yerlerde olduğu gibi Kerkük’te de bir nevi tabu olarak yılana bir şeyler
addedildiğini söyler. Tanpınar biz de Kerkük’teki üçüncü evimizde yılan öldürdük o sene
annem Musul’da tifüstan öldü diyerek bu benzerliğe dikkat çeker. Bu, anlatılan yılan
hikayesinin onun bilinçaltına ne kadar çok tesir ettiğini gözler önüne serer.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Kerkük Hatıraları’nda önemli bir yeri olan Gülbuy’un
maceralarından yola çıkarak Evin Sahibi hikayesini yazmıştır. Mari ile Yılanlı Yalı’nın saçağı
altına yağmurdan korunmak için sığındıkları zaman uzunca bir yılanın önlerinden akıp gittiği
görür ve Evin Sahibi hikayesi kafasında belirmeye başlar. Gülbuy ve Abdullah Kerkük
Hatıraları’nın gizemli kişileri olarak Tanpınar’ın kafasında yer etmiştir.
Kerkük Hatıraları'ndan Evin Sahibi Hikâyesi'ne
Tanpınar Evin Sahibi Hikâyesi’nde mekânı ve kişileri değiştirmiştir. Bunu yapmamış
olsaydı sembol kıymetini kaybedeceğini düşünmüştür. Kerkük Hatırarı’ndaki yılanla ilgili
fantastik sanrılarını anlatan kişi yarı akıllı hizmetçileri Gülbuydur. Evin Sahibi hikayesinde ise
yılanla ilgili gizemli olaylar anlatıcının annesinin başına gelir. Evin Sahibi hikayesindeki olay
Musul’da geçmesine rağmen ev Kerkük’teki ikinci evdir. Tanpınar “İhtiyar babanın kızının
oyuncakları üstüne kapanıp ağladığı oda, benim serçeleri avladığım odadır.” demiştir.
Tanpınar’ın Kerkük’te olan sıkılmalarından ve bu sıkılmalardan babaannesinin anlattığı
fantastik masalları dinleyerek kurtulmaya çalıştığından bahsetmiştik. Evin Sahibi hikayesinde
de anlatıcı oldukça sıkılmaktadır. Hikâye çocuğun hastanedeki durumunun tasviri ile başlar.
Daha sonra anlatıcı başına gelen olayları, annesinin genç yaşta ölümünü anlatır. Bu ölüm öyle
normal ölümler gibi değildir. İçinde birçok folklorik, sembolik unsurlar barındırır. Çocuk
annesinin ölümünü yarım akıllı bir hizmetçi - Kerkük hatıralarında yılan olayı aslında halayığın
başına gelmiştir, burada yazar yeni bir kurgu yapmıştır.- tarafından defalarca dinlemiştir.
Annesini hiç görmeyen anlatıcı annesinin ölüm şeklini öyle içselleştirmiştir ki kendisinin de o
şekilde öleceğine inanır. Bacağı sakat olan ve daha başka ciddi rahatsızlıkları da olan anlatıcıya
doktorlar durumun ciddiyetini söylese de o tıpkı annesi gibi öleceğini, doktorların düşündüğü
gibi ölmeyeceğini düşünür. Siyah derili, yıldız pullu bir yılan annesinin boğazına sarılıp
annesini öldürmüştür. Hatta öldürmeden önce yılan tüm bu felaketleri annesine haber vermiştir.
Yılan annesine aşıktır. Siyah yılan bir türlü bulunmayan bir delikten çıkıp annesine gözlerini
dikerek onu seyredermiş. Annesi yılanı görür görmez çığlıklar atarmış. Annesinin babası onu
bu can sıkıcı halden kurtarmak için İstanbul’a akrabalarının yanına gönderir. Bu fırsatta evini
satıp anlatıcının içinde doğduğu konağı satın almıştır. Annesi akrabalarının yanına gittiğinde orada yılanı görmez fakat hizmetçiler evi temizlerken onun yattığı odanın karşısında bir yılan
gömleği bulmuştur. Annesi Musul’a geri dönmek ister ve geri döner. Geldiğinden bir hafta
geçmeden yılan tekrar görünmeye başlar. Yılan annesi Suphiye Hanım’a aşıktır. (Burada
yılandan bahsederken “yılan iyi saatte olsunlardır.” denilmiştir. Bu tabir üç harfliler için
kullanılır. Hikâyenin bu kısmında yılanın üç harflileri sembol ettiği anlaşılır.) Annesi rüyasında
esmer bir delikanlı görür. İlk önce yüzünü görmediği bu yabancının kim olduğunu düşünürken
yüzünü dönünce onu bakışlarından tanır. Anlatıcının dedesi evliliğin bu halden kurtaracağını
düşünür. Suphiye Hanım varlıklı bir ailenin çocuğu ile nişanlanır. Yılanı rüyasında tekrar görür
ve yılan ona bu nişanı bozmasını söyler. Bunun için üç gün süre verir. Evde ve evin çevresinde
genel bir huzursuzluk hâkim olur. Dedesinin çok sevdiği geyik şiddetli bir tepinmeden sonra
ahırdaki bölmesinde ölür. Sabahleyin yatakları düzelten hizmetçiler kızın yastığının altında
çöreklenip yatmakta olan bir yılan görürler ve kızın babasına yani anlatıcının dedesine haber
verirler. Dedesi Raif Paşa bu olaylardan sonra yanından ayırmadığı iki Kadiri şeyhi ile bu olayı
kökten çözmek için yılanı ateşe atarlar. Yılan kavrulacağı zaman birden dikilerek insana özgü
bir bakış atıp ateşler içinde kıvrılmış. Bu sırada haremden yılanın o bakışını gören Suphiye
Hanım “Eyvah, beni mahvettiniz.” der. Bu olaydan çok etkilenen Suphiye Hanım’ın düğünü
ancak 1 sene sonra olabilmiştir. Anlatıcının doğumundan birkaç ay sonra yılan tekrar ortaya
çıkar. Abdullah Çavuş yılanın selamlıktan içeri girdiğini görür fakat yakalayamaz yılan
ortalıktan kaybolur. Aynı akşam Suphiye Hanım yılanı ateşe atıldığı zamanki haliyle görür.
Suphiye Hanım’ın kocası bir yolculuğa çıkacaktır. Suphiye Hanım onun gitmesini istemez ve
onu uyarır fakat eşi onu dinlemez. Bir hafta sonra anlatıcının babasının cesedi bir at sırtında
gelir. Olayı görenler selden kaçamayan babasının tam karaya çıkacağı zaman bir yılanın onu
ürküttüğünü ve böylelikle felaketin gerçekleştiğini söylerler. Babasının ölümünden tam üç sene
sonra annesi odasında boğazına büyük bir yılan sarılı şekilde ölü bulunmuştur. Ölünün yüzünde
hiçbir dehşet alameti yokmuş. Bu dehşet alametinin olması Suphiye Hanım’ın ölümünden sonra
felaketlerin son bulacağını düşünmesi ile ilişkilendirilebilir. Anlatıcının ninesi bu üzüntüye 1
yıl dayanabilmiş ve vefat etmiştir. Anlatıcı ninesini Yunus ilahileri okuması ile hayali bir
şekilde hatırlamaktadır. (Kerkük Hatıraları’nda Tanpınar babaannesinin Yunus ilahileri
okuduğunu dile getirmiştir. Bu yönüyle benzerlik dikkat çekicidir.) Raif Paşa yani dedesi de
ölür. Raif Paşanın ölümü yılan sokmasından olur.
Daha sonra akrabalarının yanına giden
anlatıcı yine orada da ölümlere tanık olur. Yaşamındaki her şey ters giderken Zeynep’e âşık olur. Zeynep dul genç ve musiki zevki olan bir kadındır. Zeynep ile evlenir.
Bir süre mutlu bir yaşam sürerler fakat sonra anlatıcının içinde bazı vesveseler uyanır. Zeynep’e
hastabakıcılık yükünü yüklüyormuş gibi hisseder. Yılanın sembolize ettiği varlık Suphiye
Hanım’ın çocuğunu – anlatıcıyı- da rahat bırakmaz. Anlatıcı bilinçaltında yatan şeylerin
etkisiyle rüyalar görür. Anlatıcı hayatındaki insanları kaybetmeye çok alışık olduğu için
Zeynep’i de kaybedeceğini düşünür. Zeynep adeta annesinin yerini alır. Zeynep’in saçlarını
yılanmış gibi görür. Yılanın Zeynep’i boğduğunu düşünerek Zeynep’in boğazına atılır. Zeynep
boğulmaktan zor kurtulur. Daha sonra Zeynep bu olayın çocukluğunda yaşadığı felaketlerin
etkisiyle yaşandığını düşünerek onu affetse de anlatıcı ona daha fazla zarar vermek istemez.
(Tanpınar burada okuyucuya, çocuklara anlatılan korkutucu halk hikayelerinin ileride nasıl
büyük psikolojik sorunlara ve sanrılara yol açacağını dolaylı yoldan ifade etmiştir.) Anlaşılan
o dur ki yılan bir gölge gibi onun da peşini bırakmayacaktır. Zeynep’in hayatını da
kötüleştirmemek için ondan ayrılır. Hastanede ölümünü bekler. Bu ölüme hastalıklarının
ilerlemesinden değil de tüm ailesini yok eden yılanın sebep olacağını düşünür. Evin sahibi hikayesine baktığımızda birbirine geçmiş iki anlatıyı görürüz. Bunlar anlatıcının
büyüdüğündeki yaşamı ve çocukluğunda annesine dair anlatılanlar, o olayın sebep olduğu
düşünülen ölümler ve felaketlerdir. Anlatıcının hikayesi çerçeve/ üst anlatıyı oluşturur. Annesi
etrafında dönen gizemli, fantastik olaylar masalsı anlatıyı oluşturur. Hikâyede halk anlatılarında
sıkça soyut varlıkların insana âşık olması motifi gibi birçok folklorik unsur yer alır.
Hikâye anlatıcısının acizliği, talihsizliği Kral Oidipus’a benzer. İkisi de kaderinden
kaçamamışlar ve mutluluğu buldum derken mutsuzluk baş göstermiştir. Bu mutsuzluk da
normal mutsuzluğa benzemeyen bir insanın başına gelebilecek en kötü felaketleri içinde
barındıran bir mutsuzluktur.
Tanpınar “Gerçeği şu ki, bir eser bizde ömrümüz boyunca mevcuttur.” diyerek bir nevi
aslında bizim de çocuklumuzda duyduğumuz gizemli, folklorik unsurlara sahip şeylerden
hikâye oluşturabileceğimizi söylemek istemiş olabilir. Zaten o anlatılanları hikâye olarak
yazmasak da onlar kafamızda adeta bir eser hüviyetinde kalacak ve düşünce denizimizde
yüzecektir.
Hikayedeki yılanın cinleri sembolize ettiğine yukarıda değinmiştik. Yılan aynı zamanda
şeytanı, onun verdiği korku ve vesveseyi de temsil eder. Genç kızın kendisinin dediklerini
yapmaması yılanı adeta çıldırtır ve yılan intikam duygusu ile dolup taşar. Genç kızın kendisini
dinlememesine kadar büyük felaketlere yol açmayan yılan bundan sonra zincirleme felaket ve
ölümlere yol açar. Yılan görünmeyen varlığın somutlaştırılmış hali olarak karşımıza çıkar
Yukarıda anlatılanlara bakıldığında Evin Sahibi hikayesinin otobiyografik anlatım tarzıyla
kaleme alındığı çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Zaten bunu yazarın kendisinin de
söylediğinden söz etmiştik. Psikolojik sorunları olduğu anlaşılan Gülbuy’un bu hikâyenin
oluşmasında çok büyük bir etkisi olmuştur. Bir diğer önemli etki de Tanpınar’ın babaannesinin
anlattığı masallar ve inanışlardır.
Evin Sahibi hikâyesi, yazarların yaşamları ve yazdıkları arasındaki bağın en güzel örneklerinden biridir. Siz hikâyeyi ilginç buldunuz mu ?
KAYNAKÇA
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Kerkük Hatıraları, Dergâh Yayınları.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Evin Sahibi , Dergâh Yayınları.
Doç.Dr.Mehmet Güneş, Evin Sahibi Hikâyesi’nde Yılanın Sembolik Anlamları ve Folklorik Unsurlar, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi.
Oldukça ilginç buldum, bu güzel yazı için çok teşekkürler :)
YanıtlaSilÇok teşekkürler.
SilÇok güzel 🌸
YanıtlaSilTeşekkürler
YanıtlaSilKitabı okuduğumda tekrar gelip okuyacağım bir inceleme olmuş. Tebrik ederim
YanıtlaSil